BURDUR HABERLERİ

Selim Kutlu yazdı; Mülkiyetin Bedeli: Özgürlüğün Ekonomik Boyutu

Selim Kutlu yazdı; Mülkiyetin Bedeli: Özgürlüğün Ekonomik Boyutu

Özgürlük – Yazı 3

Mülkiyetin Bedeli: Özgürlüğün Ekonomik Boyutu

1. ve 2. yazıyı okumanı öneririm sevgili okur.

https://www.bomba15.com/selim-kutlu-yazdi-dogumdan-yalnizliga-ozgurlugun-en-ilkel-haliyle-tanisma

https://www.bomba15.com/selim-kutlu-yazdi-yalnizliktan-biata-guvende-kalmak-ugruna-ozgurlugu-reddetmek

Sırada bireyselleşme ve özgürlüğün ekonomik boyutu var. İyi okumalar.

Yaşam süresince insan; doğayla, kabilesiyle, dinle güven duygusu inşa eder. Bu bütünün içindedir ve kök salmıştır. Kendini ait hisseder. Bütünün parçası olurken kendi de küçülmektedir. İnsanı içten çökerten bu durumu biraz açıklayalım.

Büyük bir şeyin küçük bir parçası olma durumu; kişinin evrendeki rolü ve yaşamın anlamı konularında kuşkularının ve güçsüz bir birey olarak önemsiz olduğu duygusunun artması anlamına gelmektedir. Hepimizin ara sıra hissetiği güçsüzlük hissinin sebebi biraz da bu durumdur.

Bunun dışında inanç sistemlerindeki ahiret yaşamına göre bu dünyanın ve bireylerin önemsizliği, güçsüzlüğü, kendi gücüne güvenme becerisinden yoksun oluşu bireyselleşmeyi kötü yönde etkiler. Hitler ideolojisi, inanç sistemlerindeki bu durumu kulanır ve kurgusunu bu özelliklerden faydalanacak şekilde yapar. Havada kalmasın da Hitler’in bir propaganda cümlesini yazayım. "Ein Volk, ein Reich, ein Führer" (Türkçe: " Tek Halk, tek İmparatorluk, tek Lider") Bu bireyi değersizleştiren bakış açısının ürünüdür. Tekrarlanan sloganlar, önemli konuya uzak-yakın ilişkisi olmayan söylemler, bireydeki eleştiri yeteneğini köreltir. Partilerin propagandalarında yansıttıkları gücün karşısında birey kendini küçük ve önemsiz hisseder. Anlattıklarım tanıdık mı geliyor, fesatlık yapmayın Hitler’den bahsediyorum. ;)

Luther ve Calvin ile başlayan süreçte hristiyan toplumu şekillendi. İnsan yaşamının tek amacı, tanrının amaçlarına izmet etmekti. Kişi önemsiz olduğunu hissetti, yaşamını kendisine ait olmayan amaçlar uğruna feda etmeyi öğrendi. Sonrasında ise ekonomik çarkın dişlisi veya bir Führer’in uşağı olmaya hazırdı.

Rönesansa kadar gelen süreçte Hindistan’daki kast sistemi gibi bir sistem vardı. Birey doğmadan nerede öleceği bile bilinirdi. Bu sistemi delmenin çok az yolu vardı. Dolayısı ile bireyselleşme – özgürleşme daha çok, coğrafi keşiflere yol veren bilimsel gelişmelerin olduğu, katolik kilisesinin güç kaybettiği, protestanlığın palazlandığı 15-17. yüzyıllar arasında artmıştır. Bunun sebebi baskıcı katolik kilisesinin ve din alimlerinin siyasi arenada güç kaybetmesidir. Bu süreçte komik gelecek bir anektot anlatayım. Martin Luther cehennemin tapusunu sıkı pazarlıklar sonucu mahkemede satın alır. Sonra da “cehennem benim kimseyi sokmuyorum” der. Böyle bir zaman işte. :))) 18. yüzyılda Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi sonrasında üretim ile beraber rekabet arttı. Öncesi Feodal düzende de rekabet vardı ama ülkeleri yöneten kişilere günün sonunda takılırdınız. Tek adamın tek kelimesi ile de rekabet biterdi.

EKONOMİK ÖZGÜRLÜK

Kapitalizmin yükselmesi ile ortaçağ ilkeleri, yerlerini bireysel girişimcilik ilkesine bıraktı. Her birey kalkıp şansını deneyebilirdi. Ya yüzecek ya batacaktı. Tüm girişimciler tam anlamı ile birbirine rakipti.

Birey yeni sistemde özgürce ekonominin içinde yer alabiliyordu. Bunu sürecin olumlu tarafı olarak değerlendirebiliriz. Fakat karşı tarafta kendisine güven ve ait olma duygusu veren ekonomik bağlar da çözülmüş durumda. Kısaca kişi ekonomik olarak yalnızdır. Dünya sınırsız ve tehtit edici hale gelmiştir. Bireyin gücünü aşan büyük güçler, sermaye ve pazar tarafından tehtit edilmektedir. Herkes potansiyel rakip olduğundan, birey çevresindeki insanlar ile düşmansı, yabancı bir ilişki içindedir. Özgür; yani yalnız, soyutlanmış ve dört bir yandan gelen tehtitlerin ortasındadır.

Altta yatan bu güvensizliği yenmeye yardımcı olacak etmenler yok değil. Her şeyden önce mülkiyet benliği destekliyor. Kişi ve sahip olduğu mülk birbirinden ayrılmaıyor. Beden kişinin nasıl bir parçasıysa, malı da benliğinin bir parçası haline geldi. Kişinin mülkü yoksa ya da onu yitirdiyse, kendi benliğinin önemli bir parçasını da yitirmiş demektir. Günümüzde ekonomik olarak zora düşmek insanların baş etmekte zorlandığı bir psikolojik konu haline gelmiştir. Özellikle ekonomik krizlerin yaşandığı zamanlarda bu baskı bireyleri intihara kadar sürüklemektedir.

Bireyin, özgürlüğün getirdiği bu ağır yükün altında ezilmemesi için, sistem tarafından desteklenmeli, garantör ortam sağlanmalıdır. Gelişmiş demokrasilerdeki sosyalist uygulamalar kişilerin barınma, beslenme, sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşımı gibi insani temel ihtiyaçlarını garanti altına almıştır. Bu ortam sağlanmadan özgürlük kavramı vücut bulamaz.

Karl Marx haklıydı. Fakirliği ortadan kaldırmaya yönelmemiş bir kitle toplum olamaz. Bireyleşmiş insan profilini üretmenin tek yolu da ekonomik olarak özgür ve bağımsız bir ortam yaratmaktan, bireyi bu ortamla bütünleştirmekten ve bireyin çalışmasına, üretmesine imkan vermekten geçer. Gelişmiş modern toplumlarda bu ortam nispeten sağlanmış, kişilerin kendiliğinden (“kendiliğindenlik” kavramını araştırmanızı öneririm) harekete geçtiği, ürettiği, sevdiği, dayanışma içinde olduğu gözlenmektedir.

Hoşçakalın…

selim_kutlu@windowslive.com