Özgürlük – Yazı 1
Doğumdan Yalnızlığa: Özgürlüğün En İlkel Haliyle Tanışma
Ruh bilimi ve algı yönetimi tekniklerine meraklı olanlar için, temelde özgürlük kavramını irdeleyeceğim bir yazı dizisine başlıyorum. Çözümlemeye çalışacağımız iş o kadar çetrefilli ve girift ki, konu dallanıp budaklanacak, uyarmadı demeyin. Başlamadan önce “Temet Nosce” ifadesini duydunuz mu bilmiyorum, anlatmak isterim. Delphi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde yazıyormuş. Anlamı da “kendini tanı - kendini bil”. İlk bakışta önemsiz bir ifade gibi görünür ama, inanın bana hayatınızda ulaşabileceğiniz en büyük bilgeliklerden biridir. Fazla dağıtmadan, ve işten kaçmadan, ta en başından kendimizi, kendimize tanıtmayla başlayalım...
DOĞUM
Yumurtanın sperm tarafından döllenmesi ile insansal varlığa geçiş şeklindeki ani değişim, göbek bağının kesilmesi ve ardından bebeğin, anneden fiziksel anlamda ayrılması, özgürlüğe atılan ilk adımdır. Aslında tam olarak adım denemez (çünkü bebekler adım atamaz:)) zira bebek işlevsel açıdan özgür değildir, halen anne tarafından beslenir, taşınır ve bakılır, her anlamda anneye bağlıdır.
Çocuk büyür ve ilk bağlarını koparmaya başlar. Bu kopuş ne kadar şiddetli ise, özgürlük ve bağımsızlık arayışı o kadar gelişir. Bu sürecin iki yönü vardır.
Bunlardan biri fiziksel, düşünsel, duygusal anlamlarda çocuğun daha güçlü hale gelmesidir. Fiziksel olarak gelişmeleri için dengeli beslemelisiniz. Gıda enflasyonu bu durumdayken nasıl olacaksa artık. Düşünsel gücünü geliştirmek için ise okul öncesi çocuklara çeşitli aktiviteler yaptırırlar. Aslında insanın hamuru bu yaşlarda yoğurulur. Yurt dışında, okul öncesi eğitiminde çocukların çamura zıpladığı bir videoya rastlamıştım. Eğlence amaçlı olduğunu sandığım etkinliğin ardında, çamura atlayarak haz alan çocuklara, bir kazanım için (eğlence) bedel ödemeye hazır olma (kirlenmek gibi) veya cesaret ve güven gibi erdemlerin verildiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Eğitim sistemimizde hayır yok, kim takar okul öncesini diyenleriniz vardır ama, kişilik oluşumunda en önemli aşama okul öncesi yıllar. Evdeki durum ise bir o kadar önemli. Finlandiya örneğinde olduğu gibi ailelere özel eğitim verilmeli. Mübalağası içinde eğitim almayan kişilerin üremeleri bile engellenmeli belki de. Herşey için kurs, eğitim veya ehliyet alınıyor. Canla uğraşacaksın. Yok mu bunun bir sınavı, kursu. Bir müteahhit, bir de çocuk sahibi olmak için kurs yok memlekette. Gerisi sınava tabi.
İkinici yönü ise, çocuk geliştikçe özelleşir. Şahsına münhasır bir karakter olur. Ve pek tabi yalnızlaşır. Göbek bağının kesilmesinden bu yana köprünün altından çok sular aktı. Ortaklaştığınız herşey birer birer kayboldu. Yetişkin hayatı aslında kalabalıklar içinde yalnızlık, yavanlık, yoklu ve bir miktar yılgınlık demektir. Çevrenizde içinizi açabildiğiniz birileri varsa çok şanslısınız. Yalnızlık konusu önemli, biraz açalım.
YALNIZLIK
1 Mayıs yürüyüşüne takım elbisesi ile gelen küçük burjuva (değerli dostuma selamlar:), bulunduğu ortamda ne kadar garip görünse de törel açıdan yalnız değildir. Dünyayla kurulan bağ, soylu bir bağ da olabilir, önemsiz, değersiz bir bağ da; ne var ki, en değersiz bir kalıba bağlı olmak bile, yalnız olmaktan kat kat iyidir. Din, ulusalcılık veya ne kadar saçma ve aşağılayıcı olursa olsun herhangi bir gelenek, bireyle başkaları arasında bağ kuruyorsa, insanın en çok korktuğu şeyden, soyutlanmaktan kaçıp dört elle sarılacağı sığınaklardır.
Soyutlanma olgusundan bahsedeyim. Evrimsel bakış açısıyla soyutlanmak, sürüden atılmakla aynı anlama gelir. Sürüden ayrılmak ise ölümle eş değerdir. Dolayısı ile günümüz insanı içgüdüsel olarak toplumda kabul görmeye odaklanmıştır. Yalnız kalmaktan korkar. Hatta Balzac, Kaşifin Acısı adlı öyküsünün bir bölümünde bu dürtüyü şu satırlarla betimler. “Ister keşiş olsun, ister bir mahpus, ister bir günahkar ya da alçak, serseri, insanoğlunun ilk düşüncesi, yazgısını paylaşacak bir arkadaşının olmasıdır. Yaşamın ta kendisi olan bu itkiyi doyurmak için, bütün gücünü, bütün kuvvetini, yaşamının bütün enerjisini ortaya koyar. Bu çok güçlü istek olmasa şeytan kendine arkadaş bulabilir miydi?”
Kişi dünyadan ne kadar sıyrılırsa, o ölçüde yalnız ve başkalarından ayrı bir varlık olduğunun bilincine varır. Bireysel gücümüzün yanında son derece güçlü, yenilmez, ürkütücü ve tehlikeli olan bu fünyadan ayrılma durumu, güçsüzlük ve kaygı duygusunu tetikler. İşte bu duygu ve tetiklediği dürtüler kitleleri yönetmenize, algı oluşturmanıza yardımcı olur. Toplumun koyun gibi güdülmesinin, arkasındaki algı yönetimi mekaniklerden biri de budur.
Bunun gibi algı yönetiminde, satış-pazarlama vb. manipülasyon gerektiren konularda kullanılan birçok dürtü var. Bunlardan biri, yalnızlık duygusunun tetiklediği korku ve dürtülerdir. İlkel çağlardan bu yana hepimizin kodlarına işlenmiş algoritmalardan birini anlattım. Farkındalığımız ne kadar yüksek olursa, bu tuzaklara o kadar az düşeriz.
Aramızdaki mesafenin karesine ters orantılı olarak çekim gücümüz azalıyor (Newton kütle çekim kanunu) değerli dostlar. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur demişler. Safları sıklaştırın, çağımızın furyası ötekileşme ve kamplaşma sonucunda yalnızlaşıyoruz ve “güdülüyoruz”. Yalnızlık iyi bir şey değil...