Şehirlerin gürültüsü artarken, vicdanların sesi kısılıyor. Modern çağın en büyük yanılgısı, iyiliği sonsuz bir kaynak; iyi insanı ise yorulmaz bir makine sanmasıdır. Oysa bardak taşar, metal yorulur, kalp kırılır. Çünkü iyilik tükenmez ama insan tükenir.

Bazı insanlar vardır; hayatınızda “demirbaş” gibidir. Ne zaman başınız sıkışsa oradadırlar, bir yük olsa omuzlarını uzatırlar. Sesleri az çıkar ama kalpleri gürültülüdür. Hayatı güzelleştirmek için çırpınırlar; fakat çoğu zaman kimse onları gerçekten görmez. Çünkü iyilik, doğası gereği mütevazıdır; reklama gelmez, kendini ilan etmez.

Evet, iyilik soyut bir değer olarak sonsuz olabilir. Fakat onun taşıyıcısı olan insan etten, kemikten ve sınırlı bir ruhtan ibarettir. Unuttuğumuz da tam olarak budur.

Bugün hepimiz tuhaf bir “hız ve haz” çağının içindeyiz. Herkes aceleci, herkes bir yerlere yetişme telaşında, herkes meşgul… Bu koşturmacada kimse kimsenin gözünün içine bakıp “Gerçekten nasılsın?” diye sormaya vakit bulamıyor. İşte bu yüzden iyi insanlar, modern dünyanın dişlileri arasında daha çabuk eziliyor. Çünkü onlar hâlâ analog bir kalple, “eski usul” değerlerle nefes almaya çalışıyor.

Neydi o değerler?

“Kimsenin kalbi kırılmasın.”

“Yeter ki ben yük olmayayım.”

“İnsanlık ölmesin, gerekirse biraz eksileyim.”

Bu sözler kulağa zarafet gibi geliyor. Fakat modern dünya, bu inceliği çoğu zaman bir erdem değil, bir “kullanım fırsatı” olarak görüyor.

İyi insanın dramı da tam burada başlar.

O, her defasında kendi ruhundan parça kopararak başkasını onarmaya çalışır.

Gülümser; çünkü ağlamayı başkasına yük saymıştır.

Burdur'da örnek bir hayata tutunma hikayesi
Burdur'da örnek bir hayata tutunma hikayesi
İçeriği Görüntüle

Anlar; çünkü anlaşılmayı beklemeyi çoktan bırakmıştır.

Ve bir gün, kaçınılmaz bir anda şunu fark eder:

İyiliği için değil, sessizliği ve “kullanışlılığı” için sevilmiştir.

Çevresindekileri kırmamak için kendini un ufak etmiş; kimseyi üzmemek için kendi neşesini feda etmiştir. En acısı da şu: İyi niyeti, bir lütuf olmaktan çıkmış; sıradan bir hakka, hatta bir konfor alanına dönüşmüştür.

Sosyolojik bir hakikat vardır:

Sınırı olmayan tarlaya herkes girer.

İyi insanın sınırı yoksa, etrafın talebi de hiç bitmez.

Verilen her ödün, bir gün yapılmadığında “suç” gibi görülür.

Peki çözüm, iyilikten vazgeçmek mi?

Hayır. Bu, kalbi taşlaştırmak olur.

Çözüm şudur:

İyiliği korumanın yolu, önce kendini korumaktan geçer.

Kendi bahçesini sulamayanın verecek meyvesi kalmaz.

Kendi kalbini gözetmeyenin başkasına sunacak sıcaklığı da olmaz.

Bu yüzden bazen “hayır” demek en büyük iyiliktir.

Bazen geri çekilmek mağlubiyet değil, ruhun savunma hattıdır.

Bazen kendi içine dönüp kendini onarmak, dünyaya yapılmış en büyük katkıdır.

Çünkü unutmayalım:

Bu dünyada iyiliğin devamı, onu sırtında taşıyacak iyi insanların hayatta kalmasına bağlıdır.

e-mail: [email protected]