Dört arkadaş bir kahve masasında. Dört kahve, dört telefon, dört sessizlik. Herkes ekranlarına bakıyor.
Biri gülüyor, ama masadakiler neye güldüğünü bilmiyor. Bir diğeri bir not yazıyor, ama yanındaki kişiye değil.
Üçüncüsü bir fotoğraf çekiyor, ne kahvesinin ne de anın.
Ama eğer aynı masa, aynı insanlar on yıl önce olsaydı, sesler birleşirdi.
Biri bir hikaye anlatır, biri güler, bir diğeri itiraz edebilirdi. Gözler buluşurdu. Eller konuşurdu.
Hatta sessizlik bile paylaşılırdı.
Şimdi hepsi “bağlantılı” ama hiçbiri birbirine bağlı değil. İletişim çağında, iletişim eksikliği var.
Bu, zamanımızın en büyük paradoksu.
HIZLI AMA YÜZEYSEL OLALIM
Günde ortalama 4 saatimizi telefonlarımızda geçiriyoruz. Yüzlerce mesaj, düzinelerce bildirim, birçok paylaşım…
2 dakikada 50 kişiye “günaydın” yazabiliriz. Ama tek bir kişiyle 5 dakikalık göz göze bir konuşma olmayacak.
“Nasılsın?” sorusuna “İyiyim 😊” diye cevap veriyoruz. Ama gerçekten iyi miyiz?
Soran kişi gerçekten umursuyor mu? Bunu söylemeye cesaretimiz var mı? Emoji göndermek kolaylaştı, hissetmek zorlaştı.
Sesli mesajlar gönderiyoruz ama diğer kişinin ses tonunu fark etmiyoruz. Görüntülü sohbetler deniyoruz,
ama gözlerinin derinliğini göremiyoruz. Çünkü biz de ekrana, kendimize bakıyoruz, onlara değil.
Bir araştırma diyor ki: İnsanlar sohbet ederken ortalama her 10 dakikada bir cep telefonlarını kontrol ediyor.
Yani karşınızdaki kişi size bir şey anlatırken, siz başka bir yerdesiniz.
Vücudunuz orada ama zihniniz bir bildirim kadar uzakta.
KAYIP NEDİR, GERÇEKTEN?
Kayıp sadece iletişim değil. Kayıp derinliktir.
Eskiden mektuplar yazardık. Her kelime üzerinde düşünürdük. Çünkü o mektup bir yolculuğa çıkacaktı.
Karşı tarafa ulaştığında anlamlı olmalıydı. Şimdi yanlış bir mesaj yazarsak, anında silip düzenleyebiliriz.
Ama yanlış bir ilişki yaşarsak, silme-geri alma düğmesi yok.
Kayıp sabırdır. Üç nokta görünür olduğunda — diğer tarafın yazdığını gösteren işaret — anında bir yanıt bekleriz.
2 dakikalık bir gecikme endişe verir. Oysa insanlar bir mektubun yanıtını haftalarca beklerdi.
Ve o bekleyiş, özlemin ta kendisiydi.
Kayıp dokunuştur. El sıkışmak, bir omuza dokunmak, birinin gözlerine bakıp “Buradayım senin için” demek…
Bunların yerine bir kalp emojisi koyuyoruz. Ama bir kalp emoji değildir. Kalp atar, ısıtır, hisseder.
AMA UMUT VAR
İşte güzel olan: Farkındalık artıyor.
Birçok restoran “telefonsuz masa” uygulaması başlattı. Telefonlarını kasaya bırakanlara indirim sunuyorlar.
Ve insanlar bunu tercih ediyor. Çünkü özlüyorlar. Gerçek sohbeti, gerçek kahkahayı, gerçek anları özlüyorlar.
Gençler “BeReal” gibi uygulamalara yöneliyor. Sahte filtreler için değil, gerçek anları paylaşmak için.
Anladılar ki: Yüzlerce beğeni yerine bir kişinin gerçek ilgisini çekmek daha değerli.
Bazıları “dijital detoks” yapıyor. Hafta sonu telefonlarını kapatıp gerçek hayata dönüyorlar.
Ve döndüklerinde şunu söylüyorlar: “Ne çok şey kaçırmışım.”
Bilim de bunu doğruluyor. Araştırmalar gösteriyor ki: 10 dakikalık yüz yüze bir konuşma,
saatlerce mesajlaşmadan daha fazla bağ kuruyor. Çünkü o anda karşınızdaki, ses tonunuzu duyuyor.
Yüz ifadenizi görüyor. Varlığınızı hissediyor.
YENİDEN SESSİZ DEVRİM
Belki de yapabileceğimiz en devrimci şey çok basit: Konuşurken telefonu bırakmak.
Gerçekten dinlerken dinlemek. Bakarken görmek. Orada olmak, tamamen orada olmak.
İletişimdeki devrim binlerce yıl önce sessizce başladı. Bir bakışla, bir sesle, bir dokunuşla…
Belki yeniden canlanışı da aynı şekilde olacak. Sessizce, bir masada, bir sohbette, bir “merhaba”da.
Bir sonraki kahve masasında, dört telefon değil, dört göz buluşsun. Dört ses, dört kahkaha, dört insan…
Gerçekten orada olsun.
Çünkü teknoloji aramıza girdi ama onu kaldırmak bizim elimizde.
İletişim araçları arttı, iletişim fakirleşti. Artık zenginleştirme zamanı.
Ve belki bu zenginlik, bir telefonu sessize almanın yolundan gelecek.
Belki en anlamlı mesaj, mesaj göndermemek; sadece orada olmaktır.
e-Mail: fevzicakar1515@gmail.com