MAKÜ Konferans ve Sergi Salonu’nda saygı duruşu ile İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan program, Kur’an-ı Kerim okunuşunun ardından protokol konuşmalarıyla devam edildi. Programa katılan Burdur AK Parti Milletvekili Bayram Özçelik, Burdur Vali Vekili Ahmet Mailoğlu ve Mehmet Uzal Sosyal Bilimler Lisesi Müdürü Mücahit Kılınç tarafından günün anlam ve önemini belirten protokol konuşmalarının ardından şiir ve kompozisyon yarışmalarında dereceye giren öğrencilere, protokol üyeleri tarafından ödülleri verildi.

Burdur Vali Vekili Ahmet Mailoğlu "

Sayın Vekilim

Kıymetli Konuklar,

Değerli Basın Mensupları,

Geleceğimiz, gözbebeğimiz sevgili Öğrenciler;

Hepinizi Şahsım ve Valimiz Sayın Ali ARSLANTAŞ adına saygı, sevgi ve muhabbetle selamlarım.

Başta hazret-i Peygamber efendimiz ve diğer bütün peygamberlerimiz ile devletimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk, İstiklal Şairimiz Mehmet Akif ve ülkemizin kurtarılıp devletimizin kurulmasına vesile olan bütün ecdadımızı,bütün şehitlerimiz ve gazilerimizle birlikte depremde kaybettiğimiz bütün vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum. Ruhları Şad olsun.

İstiklâl Marşımızın yazıldıktan sonraki süreci,defaatle okunarak yüce meclisimizce dakikalarca ayakta alkışlanarak kabul edilişini anlatmadan önce bu eşi-benzeri olmayan edebî eserin yazılmasından önceki sürece dikkat çekmek; hem bugünkü bakış açılarımızı değerlendirmek ve hem de tarih bilinci açısından da belki daha verimli olacaktır.

Mondros ve akabinde imzalanan Sevr anlaşması sonrası ülkedeki manzara şudur: Halk ikiye bölünmüş:

Bir tarafta İçişleri Bakanlığı makamını işgal eden Ali Kemâl ve onun gibi düşünenler ki bunlar İngilizlerin İstanbul’u işgalini KURTULUŞ olarak gören ve tabir yerindeyse sevinçten göbek atanlar…

Diğer taraftan ülkesinin işgalini hiçbir surette içine sindiremeyen sivil-asker-köylü-kentli vatanseverler…

O günün şartlarında en önemli nüfus varlığımız İstanbul’da. Basın-yayın, eğitim, aydın ise hemen-hemen yalnızca İstanbul’da. Dolayısıyla İstanbul’a bakarak olayı değerlendirmeye mecburuz.

İçi-içine sığmayan vatanseverlerin bir kısmı Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla birlikte akın akın Anadolu’ya Ankara’ya kaçarak mücadeleyi orada daha rahat sürdüreceklerini değerlendirmişler, Halide Edip Adıvar, Ruşen Eşraf Ünaydın gibi bazı aydınlar da İstanbul’da büyük mitingler düzenleyerek halkı ayaklandırmaya, uyandırmaya gayret etmişler ve daha sonra onlar da Ankara’ya geçmişlerdir.

İçi-içine sığmayan bu aydınlardan biri de Mehmet Akif’tir. Mehmet Akif’de Mücadelenin İstanbul’da sürdürülemeyeceğini görerek Anadolu’ya geçmiş, çeşitli illerde, Camilerde vaazlar vererek halkı uyandırmaya, birlik beraberlik içinde işgalcilere direnmeye davet etmişlerdir. Çok manidar mesajlar veren Kastamonu NASRULLAH CAMİİ’n deki oldukça uzun Vaazını Sayın Müftümüzden rica ettim ve sizler için özetledi:

Ey iman edenler! Rabbimiz Al-i İmran suresinin 118. ayetinde şöyle buyuruyor:“Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin! [*] Onlar size kötülük etmekten asla geri durmaz, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından (sözlerinden) elbette belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Akıl ediyorsanız, ayetlerimizi elbette size açıkladık.”

İnsan için kendi aleyhine bile olsa hakkı, hakikati söylemesi gerekir. Ben de bir zamanlar Kur’an’ı okurken bu gibi âyetlere geldikçe; “Acaba diğer milletlere karşı biraz şiddetli davranılmıyor mu? Yabancılar hakkında daha merhametli olmak icap etmez mi idi?” gibi düşüncelere dalardım. Öyle ya, gözümüzü açtık, Avrupa medeniyeti, Avrupa kültürü, Avrupa adaleti, Avrupa efkâr-ı umumiyesi nakaratından başka bir şey işitmedik. Bu adamların sözleriyle özleri arasında münasebet ve benzerlik olamayacağını bir türlü düşünemedik. Bereket versin ki yaşım ilerledi, tecrübem arttı; özellikle Avrupa’yı, Asya’yı, Afrika’yı dolaşarak Avrupalı dediğimiz milletlerin gerçek yüzünü gözümle görünce artık aklımı başıma aldım.

Mısırlı Abbas Halim Paşa, Hersekli Kadri Efendi’ye Avrupalıları sormuş, bu soruya Hoca şöyle cevap vermiştir:

- “Paşa! Bu adamların güzel şeyleri vardır. Evet pek çok güzel şeyleri vardır. Lakin şu bilinmelidir ki, o güzel şeylerin hepsi, evet hepsi yalnız kitaplarındadır.”

Hersekli’nin dediği gibi Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki gelişmişlikleriinkâr edilemez. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu gelişmişlikleri ile ölçmek kat’iyyen doğru değildir. Özgürlük ve eşitlikten, temel insanî kriterlerden dem vururlar ancak biz Müslümanları bağnazlıkla itham edip dururlar!

Avrupa’nın bu tutumuna örnek verecek olursak; Bilirsiniz ki bizim 1. Dünya savaşına girmemizde en çok fayda gören Almanlardı. Onlarla birlikte girdiğimiz harpte yüz binlerce şehit verdik. Yüz binlerce ocak söndü. Milyonlarca para kaynadı gitti. Bütün bu fedakârlıktan sonra beklentimiz samimi bir ilişkiydi. Ancak hiç de öyle olmadı. Dünya savaşının ilk senesinde ben önemli bir vazife ile Berlin’e gitmiştim. O zaman Almanya hükümeti bize dedi ki:

- “Bizim millet meclisinde özellikle Hristiyan,katolik vekiller kıyamet koparıyorlar: “Almanlar gibi medeni, teknolojik olarak ileri bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gibi, Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu, bizim için zül değil midir? ...”Diyorlar.

Oysa harp esnasında Almanya İmparatoru İstanbul’a geldiğinde bizler, o misafire karşı nasıl hürmette, nasıl ikramda bulunacağımızı şaşırdık. Bu şaşkınlıkta o kadar ileri gittik ki İstanbul’un minarelerini kandil gecesi imiş gibi kandillerle donattık. Buna karşın, İngilizler Kudüs’ü işgal ettikleri zaman müttefikimiz olan Almanlarla yine Alman’dan başka bir şey olmayan Avusturyalıların bu işten bizim kadar müteessir olmalarını beklerken, Müslümanların elinde, Türklerin elinde kalacağına düşmanımız da olsa dindaşımız olan İngilizlerin eline geçsin, diyerek Viyanalılar şehirde ayin yaptılar. Evlerini donattılar. Bu maskaralığı men edip yakılan fenerleri söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çatladı. Bu konuyla ilgili başka örnekler de vermek mümkündür.

Görüyorsunuz, dinlerine nasıl sarılmışlar. Bu da sebepsiz değil. Çünkü onların doğar doğmaz beşikte, biraz büyüyünce eşikte dinî-millî telkinler ile kulakları dolar. Yabancılara karşı husumet hisleri her fırsatta kendilerine verilir. Kendi cinslerinden, kendi dinlerinden, kendi renklerinden olmayanların insan sayılamayacağı, bunların kafalarına iyice yerleştirilir. O sebepten bunların, bir doğuluyu, hele bir Müslüman’ı sevmesine imkân yoktur.

Bu noktada Akif’i teyit eden Afrikalı düşünürün şu cümlesini de paylaşmak isterim:

“Beyaz adam elinde bir kitapla gelip, gözlerimizi kapatarak dua etmemizi istedi. Gözlerimizi açtığımızda onun elindeki kitap bizim elimizde, bizim topraklarımız ise onun ayaklarının altında idi.”

Bu parantezden sonra kaldığımız yerden merhum Akif’e tekrar kulak vermeye devam edelim.

Bununla beraber icabında Avrupalılarla birleşebiliriz. Vatanımızın, dinimizin menfaati, ticaretimizin, servetimizin, refahımızın, gelişmesi adına gerekirse ve mümkün olursa, karşılıklı ortak menfaatler üzerine bunlarla pazarlık yaparak ittifak edebiliriz. Ancak bu pazarlıklarda son derece de açık gözlü bulunmamız lazım gelir. Onlara karşı olan duygumuzu hiçbir vakit onların ilimlerine, sanatlarına sıçratmamalıyız. Çünkü medeniyetin bu kısımlarında onlara uymazsak yaşamamıza, milletimizi yaşatmamıza imkân yoktur. Madem ki vatanın müdafaası herkese farzdır, bu farzın bağlı olduğu sebepleri elde etmek de hepimizin görevidir. Rabbimizin Enfal suresinin 60. Ayetindeki;“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” ilahi emri son derece açıktır. Şüpheye, tereddüde, düşünmeye, taşınmaya gerek yoktur.

Bugün bize düşen aramıza sokulan fitneleri, fesatları, fırkacılıkları daha bin türlü ayrılık gayrılık sebeplerini ebediyen çiğneyerek el ele, baş başa vermektir. Çünkü günümüzde dünyadaki hayat tarzı büsbütün değişmiş, yalnız başına bir şey elde edilemez hale gelmiştir. Müslümanlar Allah’ın ve Resûlullah’ın emrettiği; “Vahdete, birliğe sarılmadıkça ahiretlerini olduğu gibi dünyalarınıda kurtaramazlar.Herşeyden evvel birlik, beraberlik ve yardımlaşma içinde olmalıyız. Ne hazindir ki biz Müslümanlar maalesef gerek içimizde gerek dışımızdaki yabancıların sözüne kanıyoruz da birbirimize itimat etmiyoruz.” Cenâb-ı Hak: “Müminler, birbirlerinin kardeşinden başka bir şey değildir.” (Hucurat, 49/10) buyuruyorken yazıklar olsun ki biz, o kardeşlikten çok uzakta bulunuyoruz. Ayda yılda bir camide bir araya gelip huzuru ilahide birleşiyoruz. Fakat namazı bitirip ayrılınca birbirimize karşı derhal ya hasım oluyoruz ya da kayıtsız kalıyoruz. Oysa ayetler ve hadisler çok net: “Müslümanlardan biri diğer dindaşlarını kendi öz kardeşi bilmedikçe, onların sevinciyle mutlu, üzüntüsüyle mahzun olmadıkça tam Müslüman olamaz.”

Yazıklar olsun, biz bu hususiyetlerden, bu meziyetlerden mahrum olduk. Dinimizden olmayanlara karşı yapmadığımız yağcılık, göstermediğimiz nezaket kalmıyor. Birbirimizi ise bir kaşık suda boğmak istiyoruz. Cesaretimiz, kabadayılığımız, asıcılığımız, kesiciliğimiz hep kendi aramızda.

Münafıkların özelliğini anlatan “Kendi kendilerine karşı oldu mu hücumları dehşetlidir.Zahir hallerine baksan toplu bir cemaat zannedersin.Halbuki hepsinin yüreği başka başka hislerle çarpıyor.”Emrinin yer aldığıHaşir suresinin 14. Ayeti bugün detamamıyla bizim halimizi gösterir oldu. Bundan ne kadar sıkılmamız icap eder, artık onu siz takdir ediniz.

Değerli Hazirun daha fazla sabrınızı zorlamamak için merhum Akif’in vaazını okumanızı tavsiye etmekle yetiniyor ve Akif’in söylediklerinden şunları anladığımı belirtmek istiyorum:

Burada dikkat edilecek en önemli husus TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR dediği batı medeniyetinin eylemleriyle söylemleri arasındaki 180 derecelik farktır. Batı insan haklarını, özgürlükleri, kimseye bırakmaz ama İngilizinden, Fransızına, İspanyolundan, Hollandalısına, Amerikanından,Portekizine, Almanına kadar hepsi milyonlarca insanı katletmiştir. Herbiri soykırımın daniskasını uygulamıştır. 21. Asırda, bütün dünyaya medeniyet götürme iddiaları hepimizin malumudur. Bu iddiaları gereği daha 20 yıl önce Irak’ı işgal ettikleri de hepimizin hafızasında canlılığını korumaktadır. 2003-2012 yılları arasında işgali altındaki Irak’ın tamamında özellikle de EBU GREYB hapishanesindeki kadın erkek ayırmaksızın uyguladığı işkence ve tecavüzler hala kulaklarımızda çınlamaktadır.

Hatırlanacağı üzere,

Ma-teessüfbütün dünya ile birlikte özellikle İslam dünyası, yani hepimizyalnızca seyretmekle yetinmedik mi?

İşte Akif’in dikkat çektiği, Kur’an ayetlerine dayanarak, onları şahit tutarak Türk Milletini, İslam Ümmetini UYANDIRMAK, AYAKLANDIRMAK ve ülkesine, devletine, milletine sahip çıkarmaya çalıştığı gerçek budur.

Değerli Hazirun;

Ülkemizin yeniden bu zulümlere muhatap olmaması için bugün bile bu ikaza kulak vermeliyiz. Kulak vermeliyiz ki ALLAH BU MİLLETE YENİ BİR İSTİKLAL MARŞI yazdırmasın. Kulak verelim ki; Yüce Atatürk ve isimli-isimsiz binlerce milyonlarca kahramanın gayretleri ile kurulan yüce Devletimizi muhafaza edip, bayrağımızın gölgesi altında mutlu-mesut yaşayabilelim.

Kulak verelim ki kıyamete kadar; NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE… diye kendimizden, atalarımızdan utanmayarak haykırabilelim.

Selam, Saygı ve Muhabbetlerimi sunuyorum." diyerek sözlerine son verdi.

Mehmet Uzal Sosyal Bilimler lisesi Müdürü Mücahit kılnç “Sayın Valim, Sayın Milletvekilim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Cumhuriyet Başsavcım, Sayın Rektörüm, Daire amirlerim, Değerli Misafirler,

İstiklal Marşı’mızın kabulünün 102. yılına ülkemizde yaşanmış olan deprem felaketinin hüznüyle girmiş bulunmaktayız. Bu yüzyılın felaketinde yaşamını yitiren insanlarımıza Allahtan rahmet kalanlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Kurtuluş Savaşı’nın başlarında düşmanın her koldan milletimizin üstüne geldiği zor günlerde Mehmed Akif’in Türk eriyiz, silsilemiz kahraman, Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman

Dizelerinin yer aldığı “Ordunun Duası” adlı manzumesinin Ali Rifat Bey tarafından yapılan bestesi, bütün askerî birliklerde okunmaya başlanmıştı.

Yine muhteşem bir mücadele ve destansı kahramanlıklarla kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrasında ise

"Doğduğumdan beridir aşığım istiklale"

diyenMehmet Akif Ersoy’un “Kahraman Ordumuza” hitaben yazmış olduğu

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Dizelerinin de yer aldığı şiir, 12 Mart 1921 tarihinde Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ‘’İstiklal Marşı’’ olarak kabul edilmiştir.

İstiklal Marşı bir milletin bağımsızlık aşkının, imkansızlıklar içerisinde gösterdiği büyük kahramanlığın, azim ve fedakarlıkla verilen kurtuluş mücadelesinin mısralara dökülmüş ifadesidir.

İstiklal Marşı dün olduğu gibi bugün de ellerinde bayrak, dillerinde tekbirle vatanını savunan insanımızın üzerinde ittifak ettiği mümtaz bir metindir.

Milli Şairimiz ve aynı zamanda Burdur Mebusu da olan Mehmet Akif Ersoy, yazdığı İstiklal Marşı’nı‘’Milletime aittir’’ diyerek Safahat’ın sayfalarına almadığı gibi marşdolayısıyla ciddi maddi sıkıntı içеrisindе olmasına rağmеnverilen500 liralık ödülü de kabul etmeyip, “Milli Marş para ile yazılmaz” diyerekyoksul kadın ve çocuklara iş öğreten “Darül Mesai” adlı bir hayır kurumuna bağışlamıştır.

Bizlere miras olarak bırakılan bu eşsiz eser ve şanlı Türk bayrağı, Milletimiz var oldukça; geleceğimize yön vermeye, kutsal vatanımızın semalarında ilelebet yankılanmaya ve dalgalanmaya devam edecektir.” Dedi.

Bu duygu ve düşüncelerle, İstiklal Marşımızın kabulünün yıl dönümünde, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, tüm aziz şehitlerimizi ve İstiklal Marşı’mızın müellifi Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anıyor, kahraman gazilerimize de minnetlerimi sunuyorum.

Saygılarımla..” Diyerek konuşmasını bitirdi.

Program Mehmet Uzal Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri ve öğretmenleri tarafından düzenlenen oratoryo gösterisi ile sona erdi.

BOMBA15 / FAİK GÜVEN YILMAZ