Burdur Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk Gündüzalp, Yeni Gün Gazetesi’ne verdiği özel mülâkatta tarım ve hayvancılık sektörüne ders niteliğinde pasajlar ortaya koydu.

“Planlama” diyen Gündüzalp, planlı üretimin hayati işlevine ısrarla dikkat çekerek plansız tarımda başarılı olunamayacağının altını çizdi. Bitkisel üretimin önceliğine, buğday, arpa üretiminin önemine, ithalat tehlikesine de vurgu yaparken, bitkisel üretimin ardından hayvancılıkta adımlara geçilmesi gerektiğini dile getirdi.

“Pandemi bize gıdanın önemini öğretti”

“2021 yılı her yönüyle sürpriz bir yıldı. 2021 yılında hep söylüyoruz pandemi bize gıdanın önemini öğretti. Bundan sonraki süreçte de gıdanın ne kadar önemli olduğunu herkes öğrenecek. İnşallah, gıda enflasyonu 2022’de patlamaz. 2022 Borsa’da biz 2 yılı kıyasladığımızda TL olarak baktığımızda tüm işlemlerimiz müspet, gayet iyi. Ama tonaj olarak baktığımızda bazı sıkıntılı gördüğümüz noktalar var. 2020 ile 2021’i kıyasladığımızda biz özellikle 2020’de 31 milyon kilo arpa tescil edilmişken bu rakam 2021’de 17 milyonda. Burada bir azalma var. Buğdaya baktığımızda Burdur’daki buğday 43 milyon ton civarında, denk gidiyor. Mısır’a bakıyoruz, bir artışımız var, 15 milyondan 18 milyona çıkmış. Tabi direkt aklınıza şu gelebilir; arpa da ciddi anlamda % 50’ye yakın 31’den 17’ye düşmüş, ciddi azalma var. Aradaki fark nasıl kapandı diyebilirsiniz? Aradaki fark da ithal arpa ile kapanıyor. 2020 yılında bizim 3 milyon olan ithal arpa tescilimiz 2021’de 19 milyona çıkmış. Yani bu üretimimizin nerede olduğunun göstergesi. Yani biz üretimde iyiye gitmiyoruz. Biz üretimde sıkıntıya gidiyoruz. Bu sayılara da yansıyor. Bizim yaklaşık 1,5 yıldır söylediğimiz tarımsal üretimde sıkıntı var. Buna özel önem verilmeli, tarlaların ekilmesi konusunda milli seferberlik ilan edilmeli derken yılsonu rakamları da bizim bu söylediklerimizi teyit ediyor. Ki önümüzdeki yıl daha tehlikeli.

“Bizim, üreticiyi üretim de tutmamız lâzım”

Nasıl tehlikeli; biz 2020’de tarlaya attığımız tohumları 2021’de aldık, tescilini yaptık. 2021 şu içinde bulunduğumuz dönemlerde tarlaya attığımız tohumların karşılığında 2022’nin yaz aylarında alacağız. Biz şu anda girdi maliyetlerinin anormal yüksekliğini konuşuyoruz, ama geçen yıl 2020 ürünlerini tarlaya attığımız dönemde girdi maliyetleri bu kadar yüksek değildi. Biz kuraklığa bağlı olarak bundan etkilendik. Bu yıl ki rekolte yani içinde bulunduğumuz yılın rekoltesinde kuraklık var, özellikle gübredeki çok yüksek girdi maliyetleri var, bu ikisine bağlı olarak biz tarımsal ürünlerde özellikle arpa, buğday gibi ürünlerde ciddi anlamda rekolte düşüklüğü bekliyoruz ki buğday bizim için, bizim gibi ülkeler için çok önemli, yani bizim ana hammaddemiz. Burada şunu diyebilirler, işte biz yaklaşık 7 yıldır buğday ihracatında dünyada bir numarayız, makarna da dört yıldır birinciyiz. Orada da iddialıyız, ama bunların ana hammaddesi buğdayla ilgili ciddi sıkıntımız var. Biz buğdayda çok büyük sıkıntı yaşarsak, ihracatında övündüğümüz un ve makarnada da sıkıntı yaşarız. O yüzden bizim üreticiyi üretimde tutmamız lâzım.

“Yaklaşık 18 milyon çiftçinin olduğu bir ülkede bu buğdayı üretemiyorsak, herkesin şapkayı önüne alıp düşünmesi lâzım”

İnsanların yerleşik hayata geçtiğinden itibaren yani avcılıktan, tarıma döndüğünden beri ilk bulduğu ürünlerdir buğday ve bizim bulunduğumuz coğrafya, buğdayın anavatanıdır. Sen böyle bir ülkede buğday üretimini 20 milyon tonlardan alıp 16-17 milyon tonlara düşürdün ve bunun 11-12 milyon tona düşeceğini öngörüyorsak, biz 83 milyon insanın yaklaşık 18 mil- yon çiftçinin olduğu bir ülkede bu buğdayı üretemiyorsak o zaman herkesin şapkayı önüne alıp düşünmesi lâzım. Biz neyi üretemiyoruz, niye üretemiyoruz? Üretemememiz bir sonuç bunun nedenleri ve çözümü, bizim asıl sorgulamamız gereken konu bu. Yoksa 2022 Ağustos ayında ‘vay be buğdayı az ürettik, ne olacak?’ dememizin bir anlamı yok. Bu yüzden planlamanın olması gerek ve üreticinin girdi maliyetlerinin ciddi anlamda düzeltilmesi lazım. Yani şu anda üre gübresindeki fiyat artışları yıllık bazda baz aldığımız zaman taban gübresinde %231, DAP’da %242, ürede %462 bir yıldaki fiyat değişikliği. Şimdi hiçbir ürünün bu kadar artma şansı yok. Adam %462 bir ürün arttığı zaman bu ürünü tarlaya atamaz. Fiyat pahalılığını geçin bunu sağlayacak ekonomik gücü, öyle bir birikimi yok. 100 liralık gübre atıyordu şu anda 460 liraya gübre atacak. Böyle para kazanmadı ki bu adam. Sadece gübreyi düşünün. Bizim son 18 yılda gübre 7.5 kat artmış. Bakın 18 yılda 7.5 kat artıyor, son bir yılda 7 kat artıyor. Böyle bir orantısızlık olmaz, o zaman ciddi anlamda birilerinin bu gübre niye bu hale geldi? Bu hale gelmemesi için ne yapmalıyız, sorgulamamız lâzım.

TÜİK’in en son açıkladığı rakamlar diyor ki; kimyasal gübre de fahiş fiyat var. Yani dolar bazındaki artış iki kat iken, sahadaki artış 7-8 kat civarında. İthal getirilen gübreyi konuşuyoruz, ithal gübre maliyetleri ortada… Türkiye’de anormal derecede bir artış var, bu artışı çözecek yetkili kurumlar bir an evvel müdahale etmeliydi. Bu müdahale olmadı. İşte; gübre %400 arttı %15 indirim yaptık bir anlamı yok yani. O indirim bir şey ifade etmiyor.

“Biz bu şartlarda bu hayvancılığı yapamayız. Kimse bu işten para kazanamaz”

Aslında biz tarımsal üretimi çözmediğimiz zaman arpayı, buğdayı, mısırı çözmediğimiz zaman yemi çözemeyiz. Önce gübre problemi, oradan geldik tarımsal üretimi yapmamız lâzım. Ondan sonra yemi konuşmalıyız. İlk önce yemi konuşursak her zaman haksız duruma düşeriz. Çünkü; ben yıllardır söylüyorum Türkiye’deki yem hammaddesinin %65’i ithal geliyor. Bu kadar ithalatın olduğu bir ortamda bizim bu kadar çok kesif yem kullanarak hayvancılığı niye yaptığımızı konuşmamız lâzım? Biz bu şartlarda bu hayvancılığı yapamayız. Kimse bu işten para kazanamaz. İşte; canlı örneğini yaşadık. Çiğ süt fiyatına %47 zam yapıldığında üreticinin sevinci maksimum 2 gün sürdü. Çünkü; yem fiyatlarına o kadar anormal zamlar geldi ki; kimse ne olduğunu anlayamadı. Tarihin en iyi zammı geldi, on gün sonra tekrar süt fiyatı konuşmaya başladık. İşler o kadar kötüye gitti. Niye yem fiyatları bir an 270 bandına çıktı? Hammaddedeki artış diyebilirsiniz, o dönem doların 17-18’e çıkmasını baz alabilirsiniz, hiç önemli değil ama ne oldu bir çuval yem 270’e çıktı. Ondan sonra indirimler, müdahaleler olduktan sonra bu yem 205 bandına kadar düştü. Bakın 270’den 205’e. Şu anda geldiğimiz nokta da 230’dayız. Tekrar çıkma eğiliminde. Peki; biz yıla ne ile başladık, yaklaşık 118 lira ile başladık.

“Üretimin sabit kalması demek; senin 'gerilemen' demek”

Tarımsal üretimi iyi planlarsak, biz bu yemin %80-%90’ını kendimiz üretiriz. Bizim üretemediğimiz birkaç hammaddeyi yurtdışından getiririz. Bu aslında bundan 15-20 yıl önce bu şekilde yapılıyordu. Ama ondan sonra, hem hayvan sayımızı hem de nüfusumuzu artırdık, tarımsal üretimi de azalttık. Yani; verilere baktığımızda 19-20 milyon ton üretiyoruz diyoruz, fakat nüfusumuz da ciddi artışımız var, bu demek ki tüketimin de arttı. Üretimi artıramadın, üretimin sabit kaldı. Üretimin sabit kalması demek senin gerilemen demek. Bir de şimdi sabit de değiliz artık, üretim geriye gelmeye başladı. En büyük sıkıntımız burada. Tarımsal üretim iyi planlanmadığı sürece biz hayvansal üretimde de ciddi sıkıntı çekeceğiz. Daha doğrusu bitkisel üretimi çok iyi planlamamız lazım. Hep diyorum, bir tohumu toprağa atıyorsunuz size 1’e 50 veriyor. Siz buradan başlıyorsunuz. O yüzden bu işin temeli bitkisel üretim’dir. Bitkisel üretimi çok iyi planlarsanız ondan sonra gelecek her türlü üretimi planlamanız daha kolay. Hayvansal üretimi planlayabilirsiniz, tarıma bağlı sanayinizi planlayabilirsiniz, insanlarınızı nasıl doyuracağınızı, protein ve enerji ihtiyacını nasıl karşılayacağınızı çok iyi planlayabilirsiniz. Bunların hepsinin başlangıcı bitkisel üretimden geçiyor. Burayı çok iyi planlamanız lazım. Tarım Bakanlığı güzel planlar çıkarıyor, ama bu sefer de uygulamada çok ciddi sıkıntılarımız var.

“Tarla sahibine para kazandırmaya yönelik bir teşvik sistemiyle üretimi artıramayız”

Bitkisel üretimi tam yapamadığımız da biz yem tarafında sürekli yurtdışına bağımlı bir hale geliyoruz. Burada bizim iki tane handikabımız var. Bir Türkiye’de yükselen döviz fiyatları, yani kura bağlıyız, iki dünyada yükselen emtia fiyatları. Tüm dünyada artış var. Bu sene daha da artacak. Niye? Çünkü kuraklık sadece küresel ısınma bizim ülkemize özgü değil. Tüm dünyada iklimde ciddi değişiklikler var. Bu ithal ettiğimiz ürünleri şu an bir şekilde buluyoruz. Belki ileride parayla da ithal edemeyeceksin ya da çok yüksek ücretlerle ithal edeceksin. Bu da seni kurtarmayacak. O yüzden bizim bir an evvel artık planlı üretime dönmemiz lazım. Havza modeline dönmemiz lazım. Gerçek anlamda bitmiş ürüne, satılmış ürüne teşvik vererek bu işi kurtarabiliriz. Kesinlikle tarlaya, tarla sahibine para kazandırmaya yönelik düşünceyle yapılmış bir teşvik sistemiyle biz üretimi artıramayız. Enflasyonu düşürmek istiyorsak, insanımızın rahat etmesini istiyorsak, en önemlisi insanımızın karnını doyurmak istiyorsak, biz tarımsal üretime önem vermek zorundayız. Tarımsal üretimi kurtardığımız, planladığımız zaman dediğim gibi bitkisel üretimi planlamış oluyorsunuz, hayvansal üretimi kurtarmış oluyorsunuz.

“İstatistik Kurumu’nun verilerinde arpa üretimi son 32 yılın en düşük seviyesinde”

Bizim gördüğümüzü yukarıdakilerin görmesi lâzım. Tarım Bakanı ‘en büyük tarım ülkesiyiz’ açıklaması yapıyor. Doğru, en büyük tarım ülkesiyiz, ama nereden baktığınıza bağlı. İlk başta söyledik, ben burada sadece Burdur Ticaret Borsası’nın satış cirolarını konuşursam çok iyi büyüdük deriz. %30 büyüdük, ama TL değeriniz değiştiği için büyüdünüz. Gerçek anlamda büyümediniz. Biz bir olayı gerçek çıplaklığıyla konuşmuyoruz. Biz nasıl göstermek istiyorsak o şekilde anlatmaya çalışıyoruz. En büyük problem bu. Bakan rakam açıklarken diyor, ‘bu kadar teşvik verdik, bunu yaptık, rakamda bu’yuz’ doğru, ama gerçeği yansıtmıyor, ciddi sıkıntı var. TÜİK’in açıkladığı enflasyon verilerinde de sıkıntı var. Hakikaten cilalanmış rakamlar açıklıyorlar. Bu rakamlarda bile verilen tarımsal veriler iyi değil. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerinde arpa üretimi son 32 yılın en düşük seviyesinde.

“Tarım; milli güvenlik kadar, adalet kadar, eğitim kadar, sağlık kadar önemlidir”

Bizim gelişmiş dediğimiz ülkeler Fransa, Almanya, Amerika, bunlar hiçbir zaman için tarımdan vazgeçmemişler ve tarımda liderler. Çünkü gıda ve su. Bunlar en önemli iki silahı. Bakın aç kalan insanın ne yapacağını kestiremezsiniz. Bu iki ürüne sahip olan dünyayı yönetiyor. Önümüzdeki süreçte, asıl kavga gıdada çıkacak. Aslında bunun sinyallerini önceden verdi. Hibrit dediğimiz tohumlarla insanların normal tohumla beslenemeyeceği için hibrit tohumlar çıktı. Niye? Artan nüfusa karşı standart uyguladığımız, sistemli insanlarınızı doyuramıyorsunuz, insanları doyurmak için daha fazla verimden daha fazla ürün elde etmeniz lâzım. Bundan dolayı farklı senaryolara gidildi. Bunu üreten ülkeler, tarımda lider ülkeler seni bir şekilde teslim aldı. Çünkü bu ürünlerin en büyük özelliği birimde sana çok iyi verim verir, ama bunların döl verme özelliği yoktur. Sen tohumu bunlardan almak zorundasın. Seni kesinlikle kendisine bağımlı hale getiriyor. Sen ondan sonra o tohumu sürekli ondan alacaksın. Senin bundan önce kendi tohumun vardı, tarlaya atıyordun, çıkandan iyilerini ayırıyordun, geri kalanını kullanıyordun, ertesi yıl tekrar atıyordun. Şimdi öyle değil, her yıl gidip tohumu almak zorundasın. Tohumu kimden alıyorsun bunlardan alıyorsun. Onlara bağlısın. Bu tarımsal üretimi bir müddet sonra yapabilmek için, eğer; senin ata tohumların yoksa onlardan almak zorundasın. O zaman senin ne kazanacağına da o karar veriyor. Tohumun fiyatını sana istediği gibi söyleyebiliyor. O yüzden tarım milli bir meseledir. Milli güvenlik kadar, adalet kadar, eğitim kadar, sağlık kadar önemlidir. Tarımı başka türlü düşünemezsiniz. Çünkü dedik ya başta ilk önce insanın karnını doyurman lazım, üretim fazlasını oluşturman lazım, bu üretim fazlasını satabilmen lazım. Enflasyonu üreterek düşürürsün. Burada yanlış anlaşılmasın, biz tarım ülkesi olalım demiyorum, bakın tarım vazgeçilmezimizdir. Ondan sonra teknoloji, ağır sanayi, aklınıza gelebilecek birçok alanlarda üretmek zorundayız. Ama aslı tarımdır. Tarımdan başlayacaksınız, diğerine doğru gideceksiniz.

“Milli ve yerli olmak istiyorsak, ilk önce tohumda dışa bağımlı olmamamız lazım”

İthalat deyince, yine şeker pancarı, soya, ayçiçek, mısır, patates bakın %80 ve %100 arasında bunların tohumları ithal geliyor. Pamuk %50’si ithal geliyor tohumunun. Nasıl tarım ülkesiyiz biz? Biz nasıl tarımda lideriz? Tohumda dışarıya bağımlı olursanız olay bitmiştir. O yüzden tohumda dışa bağımlı olamazsınız. O yüzden bazı belediyelerin yaptığı belirli illerde yapılan ata tohumu, yerli tohumları sonsuz derecede ülke olarak desteklememiz lâzım. Belki şu anda verimi düşük olabilir ama o senin tohumun hiç olmazsa kendisini sürekli üretebildiğin için tohumuna para vermeyeceksin. Yani burada zararın olmayacak. Buradan giderek o tohumlarda bizim ziraat mühendislerimiz var, bizim işletmelerimiz var. Buralarda da bizim ülkemize, bizim iklimimize uygun ve kontrolü %100 bizde olan tohumlar üretiyor olmamız lâzım. Bu tohumdaki dışa bağımlılığı %100 bitirmemiz lâzım. Milli ve yerli olmak istiyorsak ilk önce tohumda dışa bağımlı olmamamız gerek. Bu işin ana gerekçesi budur.

Yoksa ben hep söylüyorum, Burdur; sütçülük bölgesi. Hayvanını ithal getireceğiz, bir dönem için saman ithal geldi, inşallah bir daha getirmeyiz ama ilacın hammaddesi ithal, spermler ithal hayvancılık yapıyoruz. Dönüyoruz hayvana yedirdiğimiz yemin %60-%65 ham- maddesi ithal. Bu kadar çok ithalatın olduğu bir yer olmaz. O yüzden bizim tüm üniversitelerimiz, tüm STK’larımız, bakanlıklarımız bu konuda milli seferberlik ilan edip çalışmalı. Tohumda, diğer tüm girdilerde yerli olmak zorundayız. Ama gerçek anlamda yerli olmak zorundayız. Kanada’dan mercimek, İtalya’dan pirinç getirip Türkiye’de ambalajlayıp milli ve yerli olmayacağız. Üretimin yerli olacak, tohumunda yerli olacak. O yüzden yerli tohuma ciddi anlamda destek vermeliyiz. Biz hayvan sayısı olarak Avrupa’nın en iyisiyiz diyorsak, bizim damızlık düve satabiliyor olmamız lâzım. Niye? Damızlık düve satamadığımızı sorgulamamız gerekiyor. Biz neden ithalat yapıyoruz? Bunların sorgulaması lâzım ve bunların bir daha getirilmemesi lâzım. 83 milyonluk bu mükemmel coğrafyada Konya ovası büyüklüğünde, Hollanda kadar tarımdan para kazanamıyorsak, vay bizim halimize! Bizim petrolümüz yok, doğal- gazımız yok, altın rezervlerimiz yok, yani; bizim çok rahat para kazanabileceğimiz ortamlarımız yok, ama bizim jeopolitik konum gereği aslında çok bereketli ülkemiz var. Böyle geçiş olarak gördüğünüz zaman mükemmel bir ülkedesin ama bunları biz iyi bir şekilde kullanamıyoruz. Yani ekonomi programı açıklıyoruz, 6 ay sonra bir daha açıklıyoruz.

“Biz dünya köylüsünü destekleyeceğimize, kendi köylümüzü destekleyelim”

Planlama yapmadan uyguladığınız her işte başarısız olmaya mahkûmsunuz. Planlamak zorundasınız. Ortak akıl yürütmemiz lâzım. Çünkü bu büyüklükte biz Akdeniz bölgesiyiz. Burdur’da konuştuğunuzla Antalya’da konuştuğunuz farklı. Adana, Mersin’de konuştuğunuz tamamen farklı. Şimdi Karadeniz’e giderseniz yapı çok farklı. Mesela ben Türkiye’nin 42 ilini gezdim. Gezdiğimiz her yerde de tarım ve hayvancılıkta her bölgedeki olayı biliyorum. Yani o bölgenin dinamiklerini yerel faktörleri kullanarak iyi bir planlama ve istişare ile birlikte maksimuma çıkardığınız zaman Türkiye’de çözülmeyecek bir olay yok, çok rahat. Kaynak var. Devlet dedi ki ‘arpa, buğday, mısır çok pahalıya gidiyor, ben ithal getireceğim, finanse edeceğim’ dedi. 4,30’a ülkeye mal etti, 2,50’den kullanıcıya sattı. Şimdi bir kaynağı var ki burada ciddi anlamda zararı göze alıyor. O zaman biz dünya köylüsünü destekleyeceğimize kendi köylümüzü destekleyelim. Biz ciddi anlamda kendi köylümüzü desteklediğimiz zaman bu sıkıntılara girmeyeceğiz.

“Tarım sektörü hayaller peşinde koşulacak bir sektör değil, hayallerle kaybedilecek bir sektör değil”

Biz buğday üretiminde 30 milyon tonları gördük ki; o zamanlarda tohumlar şimdiki kadar güçlü değildi. Şu an çok rahat üzerine çıkarsın. O döneme göre sulamada ciddi avantajlarımız var. Mesela eskiden tamamen vahşi sulama yapılırken, şimdi çoğu yerde artık kapalı devreye geçtik. Ki geçemediğimiz noktalar hepimizin ayıbıdır. Suyun bu kadar değerli olduğu bir ortamda halen vahşi sulama konuşulabiliyorsa abesle iştigaldir. Bu da neyi gösteriyor? Plansızlığı gösteriyor. Ondan sonra barajlar kurudu diyoruz. Hâlbuki iyi planlamış olsaydık, o barajlardaki su da bitmeyecekti. Burada dediğim gibi net, radikal bir şekilde yapmamız lâzım. İyi planlamanız lâzım, tüm gruplardan doğruyu kurmanız gerek ve o toplantıdakilerin herkesin ağzından çıkan ile aklındakinin, beyninin arka tarafındakinin bir olması lâzım. O zaman çözülmeyecek bir şey yok. Çözülmediği zaman ne olacak? Hep şunu söylüyorum; bizim tarım sektörü hayaller peşinde koşulacak bir sektör değil. Hayallerle kaybedilecek bir sektör değil. Çünkü biz seneye Haziran’da tarladan kaldıracağımız buğdayın tohumunu şimdi atıyoruz tarlaya. Şimdi şu anda yaptığımız işlemin faydasını 7-8 ay sonra görüyoruz. O yüzden doğru hare- keti yapacağız. Doğru hareketi yapabilmemiz için iyi planlama yapacağız. Ondan sonra o yol- da bodoslama gideceğiz. Esnediğimiz zaman kaybederiz. Şimdi planlayacağız, bu işi yapacağız diyoruz ya bakın en önemli şey; tarlasını ekecek ya bu adam arpa, buğday, mısır ne ekecekse hasat ettiği dönemdeki fiyatını şimdiden açıklayacağız. Güven vereceğiz. Vatandaşın da buna göre ekmesi lâzım. Fiyatlarda üreticinin para kazanacağı fiyat olmak zorunda. Bu olmadığı zaman bu işi başaramayız. İkincisi üreticinin parası yok, sürekli borçlu gidiyor. Hepsinin sorunu finansal. Şimdi üreticinin parası olmadığı için vadeliye yöneliyor. Vadeliye yöneldiği zaman maliyetler artıyor. Maliyetler arttığı zaman para kazanmıyor. Yumurta, tavuk hikâyesine dönüyoruz. O yüzden devlet burada bir fiyat açıklıyor, iki ödeyeceği teşviki peşin olarak ödediği zaman üreticinin vadeli mal almasına gerek kalmayacak.

“Burdur gibi kuraklığın çok fazla olduğu bir yerde kaçak sondajlara izin verilmemeli”

Kuraklıkla ilgili yapısal problemleri şimdiye kadar çözmüş olmamız lâzımdı. Çözmediysek bundan sonra çözmek zorundayız. Başka çaremiz yok ve vatandaş olarak da bireysellikten kurtulmamız gerekiyor. Bireysel değil, toplumsal düşünmemiz, toplumsal hareket etmemiz lâzım. Burdur gibi bir yerde kuraklığın çok fazla olduğu bir yerde biz devletsek, artık kaçak sondajlara bundan sonra hiçbir şekilde izin verilmemeli…”